Kalabalıklar heyecanlıydı. Herkes yerini alırken tebessüm ve merak ile etrafına bakınıyordu. Birazdan perde açılacak ve sinemamızın en önemli isimlerinden birinin yeni şaheseri sergilenecek. Öyle ya, şaheserden başka ne yapabilirdi ki haşmetmeab!
Sonra film başlıyor… Tanıdık bir sahne. Daha önce de gördüğümüz resimler. Çerçeveler birbirini solgun şekilde kovalıyor.
Asansör aksıyor… Karanlık. Işık yeniden yanıyor. Aydınlık. Asansör, devam ediyor…
‘Fade in’…
‘Fade out’…
Sıkışınca kullan, çekinme. Çak gitsin…
Ama bir saniye, ‘bazı yönetmenlere laf çakılmaz’. Öyle demiş ya sinema yazarı bir muhterem…
Neden?
Kimin, kime laf çakacağına kim karar veriyor?
Çakılmama yetkisi nereden alınıyor?
Hadi ama adamım, cevap ver de rahatça çakalım!
Ses yok.
Tamam.
Devam edelim…
Zihni bulanan adamların kamerasının tripodda sabit durabilmesi omurgasındaki sağlamlığa işaret etmeyeceği gibi geçmişindeki kalifiye çabalar da bundan sonrası için yegâne kurtarıcı olamaz. Olmaz. Olmamalı.
Zeki Demirkubuz, Bulantı ile kariyerinin en ciddi hatasını yapıyor. Bir türlü anlatamadığı bir hikâye ve hatta hikâye edilememiş hikâyesizlikle karşımıza çıkıyor ve küçük dağların mimarı gibi arz-ı endam ediyor.
Klasik bir Demirkubuz filmi oluyor ve olamıyor. Başa dönüyor. Filmografisine kara bir leke sürüyor. Sinematografisinde takılan plağı yürütemiyor.
Oyunculuk desen felaket…
Bazı sahnelerden ötürü oynayacak kimse bulamadığı için kendi oynadığını iddia ediyor ama çok da inandırıcı gelmiyor. En iyi ihtimalle ‘ben’den ötürü oynuyor. “Ancak ben yapabilirim” diyor. Daha fena bir ihtimal var ki, dillendirmek istemiyorum.
İşin kötü yanı böyle bir filmi karısı ve çocuğuna adıyor. Bir insan en kötü filmini neden ailesine adar ki!
Evet, belki bu kadar kötü olduğunun farkında değil. Mümkündür. O halde bulantı daha büyük. Zihni değil sadece, midesi de bulanıyor!
Bizim de midemiz bulandı elbet.
Sürekli siyaha düşüp açılmalardan, birbirinin tekrarı çerçevelerden, yeni bir şey söylemeyen senaryodan, kendini tekrar eden bir adamdan!
Haksızlık etmeyelim. Piyasa şartlarına göre üzerine konuşulacak bir film.
İyi de Zeki Demirkubuz öyle biri mi?
Tanısanız seversiniz!
Tanımaya başladık galiba; BULANTIk!