Renfield
"Biraz Kan Biraz Komedi: O Benim İşte"
Son zamanlarda kariyerini kötü filmlerle baltalayan Nicolas Cage, bu kez sinema tarihinin en karizmatik kötü karakterlerinden Dracula ile beyaz perdede. Korku-komedi tarzındaki yapım, klasik kahramanı günümüz Amerika'sına getirip bol ketçaplı, kan soslu bir maceranın antagonisti yapıyor.
Bram Stoker'ın pelerinli kötüsünü bu kez komedi macera ve korku öğeleriyle sinema salonlarında misafir eden yönetmen Chris McKay, bulduğu çıkış noktasından hareketle çektiği yapımda risk almadan beklendik ve klişe hamlelerle ortalama bir seyirlik sunuyor izleyiciye.
Hikayenin antagonisti Dracula olsa da film, hayatını Dracula'ya hizmete adamış Renfield'in öyküsü etrafında dolanıyor. Renfield, 2008 İsveç yapımı Tomas Alfredson'un Hollywood'da da yeniden çevrilen "Gir Kanıma - Låt den rätte komma in" filminden aldığı ilhamı, 21. yüzyıl insanının açmazlarla dolu hikayelerine iliştirip devşiriyor. Klasik yapımda da Kont'a hizmetkarlık yapan Renfield'in Dracula'yla ilişkisini sonlandırmak için gittiği toplu seanstan sonra aydınlanması ve sonrasında çılgınlık derecesinde bir curcuna etrafında gelişip çiçekleniyor.
Filmin senaristleri Robert Kirkman, Ryan Ridley; kişileri u/mutsuzluğa hapseden günümüzdeki toksik ilişkileri Dracula ve Renfield üzerinden işleyerek çoktan ölmüş aşkların kurtuluşunun kişisel gelişim ve motivasyon kitaplarında olmadığını işaret ediyor filmde. İkili bu konuyu yetersiz bulmuş olmalı ki işin içine büyük bir suç örgütü ve yozlaşmış polis teşkilatı içinde kalmış idealist bir polis memurunu da dahil ediyor. Bununla da kalmayan hikaye, son zamanlarda sıkça karşılaştığımız şımarık mafya çocuğu (bkz. John Wick'teki Iosef Tarasov) karakterini de Ben Schwartz'un ortalama performansı ile ekliyor. Kötülüğün Dracula'nın yaşadığı zaman içerisinde nasıl boyut değiştirdiği, iyi ve kötünün arasındaki çizginin gittikçe silindiğin altını çizen yapım yukarıda da belirttiğim gibi klişe ve kolaycılıktan kaçmıyor. Komedi damarına kahkaha attıracak kadar tebessüm pompalayan yapım, aksiyonu ise bir çocuk haylazlığında abartmayı yeğliyor. Bu kadarı olmaz denilen çatışma ve kanlı sahneler bir süre sonra izleyicide tepksizliğe varacak kadar abartılıyor.
Gelelim Renfield'a hayat veren Nicholas Hoult'a. Hoult, gotik çehresini burada da makyaj desteği ile filmde işler hale getiriyor. 33 yaşındaki oyuncu Tolkien, Mad Max: Fury Road, X- Men serisi ve Rebel in the Rye gibi önemli yapımlarda yer alsa da genellikle vasat bir performansla "yardımcı" rollerle anılıyor. Burada da anlatılan hikaye onunsa da performansı ve karakteri yine başta Dracula olmak üzere diğer karakterlerin nedense gölgesinde kalıyor.
Bela Lugosi'nin can verdiği Dracula'ya dair görsel saygı duruşunda bulunan Renfield, başlangıçtaki sinefil doyuran referanslarını/göndermelerini hızlıca atıp kendisini doğrudan abartının kollarına bırakıyor. İngiliz usulü korku/suç komedilerinin izinden giden yapım 93 dakikalık temaşasını film biter bitmez unutturuyor. Yani izle ve unut tadında bir zaman geçirici yapım var karşımızda. Pelerinin Nicolas Cage'e oldukça yakıştığı Dracula rolü özellikle Cage hayranlarına bir teselli olarak görülebilir.
Serkan Baştimar